DEMOKRASİNİN AÇMAZI

“Halkın” İradesiyle Çıkmazda Kalan Bir Sistem Üzerine

Uzun yıllardır demokrasiye inandık. Sandık başına gitmenin bir yurttaşlık görevi olduğunu, oy kullanmanın özgürlüğün ta kendisi olduğunu düşündük. Bir partiyi seçtik, sonra başka birini. Umut ettik, hayal kırıklığına uğradık, yeniden umut ettik. Ama yıllar geçtikçe içimizde sessizce büyüyen bir düşünce var artık: Demokrasi gerçekten işliyor mu?

Bu soruyu sormak bile bir zamanlar neredeyse tabu sayılırdı. Demokrasi, tartışılmaz bir ideoloji gibi sunuldu bizlere. Alternatif düşünmek sanki otoriterliğe çağrı yapmak gibiydi. Oysa bugün geldiğimiz noktada sistemin sadece seçimlerden ibaret olmadığını hatta seçimlerin bile çoğu zaman bir yanılsamadan ibaret olabileceğini görmek zorundayız.

Peki bu noktaya nasıl geldik? Demokrasi neden işlemez hâle geldi? Ve en önemlisi: Bundan sonra ne olacak?

Seçmenin Hükmü: Akıl mı, Algı mı?

Demokrasi tanım olarak halkın kendi kendini yönetmesi demektir. Ancak bu tanımın altında yatan derin bir varsayım var: Halk ne yaptığını bilir. Seçmen bilinçlidir, bilgisi vardır, uzun vadeli düşünür. Peki bu gerçekten böyle mi?

Modern dünyada seçmen bilgiye değil, algıya göre hareket ediyor. Medya devleri, sosyal medya algoritmaları ve siyasi stratejiler, bireyin kararlarını yönlendiriyor. Bugün birçok insan sandığa giderken düşündüğü şey, “Bu parti ekonomiyi düzeltir mi?” değil; “Bu adam bizimkilerden mi?” oluyor.

Demokrasi, “çoğunluğun dediği olur” ilkesine dayanıyor. Ama çoğunluğun kararları her zaman akılcı mı? Ya da daha sert soralım: Bilgisiz çoğunluğun verdiği karar, toplumsal çıkar için ne kadar değerli?

Burada ciddi bir açmazla karşı karşıyayız. Çünkü halkın iradesiyle şekillenen sistem, halkın yeterince donanımlı olmadığı bir düzende kendini sabote etmeye başlıyor. Eğitim düzeyi düşük, medya okuryazarlığı zayıf ve siyaset kültürü yüzeysel bir toplumda demokrasi çoğu zaman popülizmin aracı hâline geliyor.

Bu bağlamda, Platon’un meşhur “gemi benzetmesi”ni hatırlamak yerinde olur. Platon, devleti bir gemiye benzetir; bu geminin kaptanı, yani yöneticisi bilgili ve erdemli olmalıdır. Ancak demokrasi, bu geminin dümeni için bilgili kaptanı değil, kalabalığın en çok alkışladığı kişiyi seçer. Sonuçta, yöneticilik yetisi olmayan ama halkın gözüne girmeyi başarmış birinin eline bırakılan gemi, elbette rotasını kaybeder. Bu benzetme, halkın bilgi ve erdemden çok algı ve popülizme göre karar verdiği sistemlerde ne tür tehlikelerin baş gösterebileceğini çarpıcı bir şekilde ortaya koyar.

Demokrasi Kimin İçin? Güç Kimde?

Her seçim döneminde aynı cümleyi duyarız: “Güç halkta.” Ama gerçekten öyle mi?

Bugün baktığımızda siyasi kararlar, ekonomik elitler, medya patronları, uluslararası sermaye ve teknoloji şirketleri tarafından yönlendiriliyor. Oy kullanma hakkı herkes için eşit olabilir, ama etki gücü asla eşit değil.

Seçimden sonra yönetime gelen partiler sadece halkın ihtiyaçlarına değil, aynı zamanda lobi gruplarına, sermaye çevrelerine, dış politik dengelere göre de şekilleniyor. Birçok ülkenin kaderi birkaç büyük şirketin vergi politikaları ya da yatırım planlarıyla değişebiliyor.

Bu noktada demokrasinin en temel vaadi sorgulanmaya başlıyor: Gerçekten halk mı yönetiyor, yoksa halk sadece yönetiliyormuş gibi mi yapılıyor?

Halkın iradesiyle değil, manipülasyonla alınmış kararlar varsa buna hâlâ demokrasi diyebilir miyiz? Sosyal medya kampanyalarıyla yönlendirilen kamuoyu kendi kararını mı verir, yoksa verilmiş kararları mı onaylar?

Peki Alternatif Ne? Bilimsel Temelli Bir Katılım Modeli Mümkün mü?

İşte burada “Sosyokrasinin Sosyolojisi” yazısında tartıştığımız bir kavram yeniden gündeme geliyor: Sosyokrasi.

Sosyokrasi, toplumun bilimsel verilerle, sistemli analizlerle ve kolektif akılla yönetilmesini savunur. Ama bu, elitist bir teknokrasi değil; bilinçli katılımın ve şeffaf karar süreçlerinin ön planda olduğu bir toplumsal örgütlenme biçimidir.

Sosyokraside amaç halkın sadece oy kullanması değil; anlaması, katkı sunması, birlikte karar vermesidir. Dijital teknolojiler, yapay zekâ, büyük veri gibi araçlar bu katılımı mümkün kılacak araçlar olabilir. Ama en önemli unsur, toplumsal bilinçtir.

Demokrasi bilgi gerektirmez; sayı yeterlidir. Sosyokrasi ise hem bilgi hem sorumluluk talep eder. Çünkü bilinçsiz katılım, sadece kaosu büyütür. Ama bilinçli yurttaş, sistemi dönüştürür.

Bugün artık şu gerçeği kabul etmemiz gerekiyor: Sorun sadece yöneticilerde değil; sistemin yapısında. Ve bu yapı, bilimsel olarak yeniden kurgulanabilir

Demokrasi Kutsal Değil, Evrimsel Bir Süreçtir

Demokrasiye inandık, çünkü elimizdeki en iyi model oydu. Ama artık bu model tıkanıyor. Günümüz dünyasının karmaşıklığı, bilgi yoğunluğu ve teknolojik gerçekliği, yeni bir siyasal paradigma arayışını zorunlu kılıyor.

Bu yazının amacı demokrasiyi yıkmak değil; onu daha iyi bir yöne evrilmeye davet etmek. Demokrasi bir final değil, bir geçiştir. Belki de onu tamamlayacak, ondan doğacak yeni bir model gereklidir: Sosyokrasi.

Çünkü artık zaman, sadece “çoğunluk ne dedi”yi değil, “en doğru ne”yi birlikte konuşma zamanı. Ve bu yolculuk, önce sorgulamayla başlar.

PAYLAŞ:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir